5 Temmuz 2011 Salı

Zencefilli tarçın tadında

      

         Zencefilli ve tarçınlı bir yalnızlık sundum bu kez. Tarçının hüzün dolu kokusunu kattım ruhuma. Zencefilin acı dokunuşlarını. Bir iyilik yapmak istedim kendime. Sadece kendim için bir şey yapmak istedim. Onu da yanlış yaptım zaten. Bu yüzden hep yalnızlık sundum kendime. Tarçın kadar tatlı, zencefil kadar keskin. Biraz şeker kattım ruhuma biraz yumurta sarısı. Belki dedim güneş doğar hayatıma. Oldu mu bence olmadı. Yalancı bir güneş ne kadar ısıtabilirdi. Beni. Ki ben bu kadar soğuk iken. Nasıl başarabilirdim. Kendim için istediğim bir şeyi bile yanlış yapmışken. Söyle bana ne kadar devam edebilirim yanlışlar içinde. Söyle bana. Bari bana cevap verecek insanların susmasın. Onlarda susarsa artık doğru yanlış karışacak. Gri olacak her yer. Oysa ben ya siyah olmalı dedim hayat ya beyaz. Orta kararınca hayat süremeyiz çünkü. Çünkü orta şeker bir kahve gibi olur tatlıyla birlikte acıyı da yudumlarız. O keskin tat damağında kalır. Damağında yaşamadığın bütün eksikler ama ne kadar hatırlamak istersen o kadar uzaklaşırsın ya bir tattan. Kendimi hatırlamaya çalışırken kendimi daha çok unuttuğumu hissediyorum. Kendim damağımda unutulmaz bir tat olarak kalamadan unuttum kendimi. Süsledim. İyiyim izlenimi için belki de. Ya da öle görünmek istedim süslü püslü ağızda dağılan bir kurabiye kadar şık ve tatlı olmayalı başarabilmeliydim. Peki, olmayacak duaya âmin denilir mi? Denilmezmiş. Dedik ve kaldık. Hayır kaldım. Bu sefer tektim. Hayır, her zaman tektim. Sevdiğim şeylerle bir yalnızlık yaşamak istemedim. Neden kendime çikolatalı bir yalnızlık sunmadım. Çünkü tarçının hüznü, zencefilin acı dokunuşları her zaman nahoş bir tat bırakırdı hayatımızda. Yalnızlık da böyle bir tat işte. Hem istersin hem hüzünlenirsin hem bütün acılarını yaşarsın içinde. Kendime kurabiye bir hayat sunsam dedim oda tarçınlı çıktı işte…